12 Ocak 2010 Salı

SINAVA DOĞRU OKUNMASI GEREKEN ÖYKÜ… HER ZAMAN BİR YOL VARDIR!

Geçen yıl sınava hazırlanan öğrencilerim için, TUBİTAK patentli bazı zekâ sorularını derliyor ve dershane binasındaki panolara asarak, ilk çözen öğrencime 1 TL para ödülü veriyordum. Bu sembolik para ödülü ile yetinmeyip soruları çözmeyi başaran öğrencilerimin isimlerini panoya asıp tebrik ediyordum. Öğrenciler itibar ve para kazanacakları bu sorulara oldukça ilgi gösteriyorlardı. Biraz dikkat ve tarih bilgisi gerektiren bir soru şu şekildeydi:
“Bin dokuz yüz otuz üç yılında bir alman gazetesinde şu haber yayınlanmıştır: 2. Dünya Savaşı pilotlarından Matias Sammer önceki gece kalp spazmı geçirerek yaşamını yitirmiştir. Böyle bir haber imkânsızdır. Sizce neden? Soruyu ilk cevaplayan öğrencimizin adı soyadı bu panoda yer bulacak ve 1 TL para ödülü kazanacaktır.”
Sorunun bulunduğu panonun önünde gözüme çarpan ilk öğrencim, ders çalışmayı, okula ve dershaneye gitmeyi gerçekten işkence olarak kabul etmiş, ilgisini bu konulara çevirebilmek için çok çaba sarf etmemiz gereken oldukça zorlu birisiydi. Soruyu tekrar tekrar okuyup, derin düşünceler içine girmesi oldukça ilgimi çekmişti. Merakla gözlemeye ve ne yapacağını beklemeye başladım. 8. sınıfta, yaşıtlarına göre biraz kısa görünen hafif kilolu ve sempatik gülümsemesini yüzünden düşürmeyen bu erkek öğrencim yanıma geldi, yüzüme baktı tam bir şeyler söyleyecek gibi oldu sonra vazgeçti. Sonra ilgisini kaybedip uzaklaştı. Ben de umudumu yitirip odama geri döndüm. Aradan on beş dakika geçti ve kapım çalındı. Gelen bizimkiydi. Yüzünde kararlı bir ifade ile bakışlarını yüzümden eksiltmeden direkt konuya girdi.
- Hocam! Sizinle bir anlaşma yapmaya geldim. Eğer izin verirseniz panodaki sorunun cevabı için bir teklifim var.”
Ona sorunun teklifi değil sadece bir doğru cevabı olduğunu hatırlattım. Bana;
- Tamam işte… Ben de cevap konusunda bir teklifte bulunmak istiyorum.
Merakım prensiplerimi yenince teklifini dinlemeye karar verdim.
- Sayın hocam tahmin edeceğiniz üzere ben bu soruya cevap veremem ve eminim ki o soruya doğru cevap verecek bir öğrenci çıkacaktır. Böylece siz 1 TL ödülü önünde sonunda birine vereceksiniz. Teklifim sizi bir zahmetten kurtaracak, ben de bunun karşılığında itibar kazanacağım. Cevap yerine şunu öneriyorum; Siz bana sorunun doğru cevabını verin, ben de ödülün yarısını size bırakayım. Ne dersiniz?
Ne mi yaptım? Hiç tereddüt etmeden büyük bir keyifle kabul ettim ve ödülün yarısını öğrencime verip adını koca puntolarla panoya astım. Öğrencimin ailesine telefon açıp aramızda geçenleri paylaştım. Tembelliğinden ve dağınıklığından sürekli şikâyet edilen öğrencim hakkında ailesine övgü dolu cümleler kurdum. Yaklaşmakta olan sınavdan hangi puanı alırsa alsın kendini mutlu hissedeceği her hangi bir alana yoğunlaşırsa (ki tahminin ticaret hayatı olacak) başarılı olabileceğini belirttim. Elbette ki ayakları yerden kesilmiş övgülerin, aile ile aramızda kalmasına özen gösterdim.
Öğrencimin yaratıcı çözüm teklifini ve bu teklife verdiğim tepkiyi analiz edelim: Eğer teklif karşısında tutucu davranıp kurallara uymaya çalışsaydım, kuralların yeniden inşa edilemeyeceği mesajını vermiş ve öğrencimin yaratıcılığına ket vurmuş olurdum. Genelde eleştirilmeye ve azarlanmaya alışmış olan öğrencim, etrafında sürekli övgüler alan, sınav sistemi içinde tutunabilmiş başarılı öğrencilerin arasında yokları oynamaya devam etmiş olurdu. Sınava dört ay kala en azından ona verdiğim ödevleri yaptı.
Herkesin fark edilmeye ihtiyacı vardır. Özellikle ergenliğin tam ortasında debelenip duran, yetmezmiş gibi sürekli kıyaslandığı için başarılı olanlara düşmanlaşmış, başarılı olmaya yabancılaşmış ve kendi kaderini paylaşanlarla yakınlaşıp, eleştirildiği noktalarda kemikleşen bu çocukların, fark edilmeye daha fazla ihtiyacı vardır. Gençleri elemeye tabii tutan sistemler ne yazık ki tutunabilen ile tutunamayan arasında uçurum yaratıyor. Bu uçurum, birbirinden hoşlanmayan iki ayrı kültür ve muamele yaratıyor. Aileler ve öğretmenler bu ayrıntıları ihmal ettikçe, uçurum derinleşiyor. Haydi, bunun için bir öykü uyduralım hem komik hem de trajik olsun;


Sınav sonuçları başarılı olan bir sınıfın kapısına, o sınıfın başarısına yetişmeye çalışan başka öğrenciler, yanlarında getirdikleri avuç dolusu ot ve yaprak bırakıyor. Bu duruma karşılıklı gülüp eğlenmelerine rağmen içlerindeki rekabet duygusu ve yapılan şaka düşmanlık ta üretiyor. Şimdi bu olayı analiz edelim. Bir tarafta tutunabilmek için çok çaba sarf eden ve karşılığını gören çocuklar, diğer tarafta onları yakalamak için uğraşan ya da hayat yolunda başka ameller geliştirmek zorunda kalmış olanlar. Bir taraf beğenilmek, onaylanmak ve fark edilmek için hayatının eğlenceli ve farklı alanlarda yaratıcı olabileceği zamanını feda etmiş, diğer taraf bunu başaramayınca işi türlü muzipliklere dökmüş. Birbirine yabancılaşmış her iki öğrenci davranışının özünde de fark edilmek yatıyor. Demek ki yolun başında hiç de farklı değiller. Onlara kızıp bağırırken, yanlışı gösterip, doğruyu öğretirken acaba kimlerin hangi doğrusunu öğretiyoruz. Doğru bildiklerimiz aklımıza hayalimize sığamayacak bambaşka doğrulara engel olmasın sakın. Eleştirmek çalışmalarını sağlamayacak, biraz da yetenek avlayalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder